25 Nisan 2010 Pazar

Aşksızların dünyasında yalnız kaldın ey aşk...

Ferhat’ın yoluna çıkan Dağın adı unutuldu. Şirin’i hapseden zindanların duvarları çoktan toz oldu.

Ferhat’ın Şirin’e aşkı dillerin ucunda sımsıcak konuşuyor, kalplerin taraçalarında terütaze nefes alıp veriyor. Dağ yıkıldı, duvarlar unutuldu, araya girip ayıranların isimleri anılmadı; ancak Ferhat’ın kalbinde olan, Şirin’in ruhunda gezinen aşk dağ gibi dimdik ayakta duruyor, yamaçlarını süsleyen pınarlardan nice dudak hâlâ daha ab-ı hayat içiyor...

Ağlama ey aşk, ağlama ki, Leylâ’yı Mecnûn’a uzak eyleyen çöl kaç kere kurudu, kumlarını kaç rüzgârın hoyrat eteklerinde savurdu ama Leylâ’nın gözyaşları hâlâ daha aşıkların yanağını yıkıyor, Mecnûn’un deliliği her gece aşıkların aklını başına getiriyor. Çöl kaybetti ey Leylâm; senin adın kaldı. Aşkı hor görenlerin adı çöllerin kumları gibi kimliksiz kaldı ama Mecnûn’un hatırı hep kaldı.

Yûsuf ile Züleyhâ’dan geriye ne kaldı ey aşk?

Mısır sultanının adı hiçbir şiire sızmadı. Yûsuf’u satanların esâmesi okunmuyor, Yûsuf’a canını veren Züleyhâ, bak nasıl da hayretle anılıyor. Üzülme ey aşk, üzülme, yüzünü yıkayan gözyaşların nice Yâkub’un gözlerini açmaya ayarlı. Sultan kaybetti, kuyu kaybetti, zindan kaybetti, Yûsuf kazandı, Züleyhâ kâr eyledi.

Zavallı Züleyhâ...Senin için ne müşkiller yaşadı ey aşk. Yûsuf’a

sarmaşıklanan yüreğine söz geçiremedi senin yüzünden. Bir Mısırlı Züleyhâ varmış desinler diye yapmadı bunu elbet. Senin için yaptı, aşk için yaptı. Arada haram vardı ey aşk. Sen ona helali götüremedin. Ona nasip olmadı Yûsuf. Onun sevdası mahşere kaldı.

Sen eskisin ey aşk. Çok eskisin. Eskicilerin alıp satamadığı kadar yeni, insanlık tarihi kadar eskisin. Her yerde, her yürekte farklı bir elbiseyle çıkıyorsun karşımıza. Ama hep aynısın. Senin adını kim koymuş bilmiyorum. Ama her yerde hazır bekliyorsun. Ve aslında yenisin, yepyenisin. Bu kadar yeni olmasan, bu kadar dolaşık olur muydu ayaklarımız senin yolunda. Kimse aşkın ustası olamadı, kimse seni kuşatamadı. Kimse tedirginliğini bırakamadı senin yanında, kimse kalbini sakin kılamadı kucağında. Hep acemi hep acemi olduk yolunda.

Dr. Senai Demirci

Bir Hikaye Biliyorum, Herkesin Gizli Özne Olduğu..

Sigaramın ucundaki ışığın yansımasından bakarken kendime..

Bir Soru Çıktı Dudaklarımdan Aynaya Doğruyu,

Sen kimsin?



Kendimi Tanıdığımı Düşünüyorum belkide,

Evet öyle ya ismimi biliyorum Ailemi tanıyorum,

Her sabah hangi durakta beklediğimi hangi yemekleri sevdiğimi,

Kimden nefret edip kimi kıskandığımı da biliyorum ya

Kendimi tanıdığımı düşünüyorum..



Ama bir puzzle parçam kayıp ve tamamlanamıyorum

Ne istediğimi bildiğim için kendime soramıyorum ne istediğimi,

Çünkü aslında ne istediğimi bende bilmiyorum..



Evet kahve içerken düşünmek hoşuma gidiyor

Her perşembe sevdiğim diziyi izlemekte,

Üç öğün yemeğide seviyorum ve her gece uyumayıda..



Standart bir İnsan Profilinden bir farkım yok..

Sabah Öğlen Akşam yemek yemek

Haftada yedi kere ihtiyacımı karşılamak..

Sabah günaydın öğlen Merhaba akşam iyi akşamlar Kelimesini hatırlamak..

Kendimi Tanıdığımı Düşünüyorum...



Gözlerim Hep Dışarıyı Gördü..

Dönüp te Bir gün kendi içime bakamadım

Sözlerim hep Karşımdakineydi

Kendi Kendimi Cümlelerimle sorgulayamadım





Niçin Yaşıyorum?

Onur,Gurur gibi kavramlar mı bana hayatı verdi?

Prensiplerim belkide beni dünyaya gönderdi...

Pek sanmıyorum İki metrelik kabirde bana yardım edeceklerini..

Gururummu şahlanıp kurtaracak?

Belkide yolda yürüdüğümde insanlara baktığım çatık kaşlarım bana halat uzatacak..

Kim bilir Güzelliğim Gelip biriktirmiş olduğu İltifatları bağlıyacak..



Her sabah dirilmek üzere

Ölmüyormuyum yatağımın üzerinde???



Sigaramın ucundaki ışığın yansımasından bakıyorum kendime..

Bir Soru Çıktı Dudaklarımdan Aynaya Doğruyu,

Sen kimsin? diye...





Hiç bir Öznenin bunu bildiğini Düşünmüyorum....





yCan....

sayar mı hiç ?

Derviş, bir kucak elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rast gelmiş bozkır sıcağında.Yorgunluktan al almış kızın yanakları.


"Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?" diye sormuş.

Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız.

"Sevdiğim çalışıyor orada.

Ona elma götürüyorum."

Kaç tane diye soruvermiş derviş .

Kız şaşkın; "İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?"

Usulca kırmış elindeki tesbihi derviş…

Ah Min'el Aşk'ı Anlamak..

Aşk öyle bir denizdir ki dibi bulunmaz; öyle bir sırdır ki, her gönül kaldırmaz, ehli olmayanlara anlatılmaz.


âh etmemiz aşk'tandır... biz aşığız çünkü âh ederiz...çünkü âh'ımız aşkımızın muhbiridir... Bizim âh larımızın esbabı yalnızca aşktır...çünkü biz âh etmeğe geldik...

                 divan şairleri aşkı acı çekmek için yaşamışlar, bundan memnun olmuşlar hiç bir zaman ah ü vah edip aşka, aşık olduklarına lanet okumamışlar.. ama ya şimdi ? aşklar ne için ? sadece görmek konuşmak ve daha ilerisi dokunmak için.. kaybedilen ne oldu ? eski zamanlarda yaşanan Leyla ve Mecnun aşkı neden artık bir hikaye, neden bir destan.. Mecnun Leyla'ya kavuşmaya gücü yetmezken günümüzdeki aşklar daha mı güçlü ki birkaç buluşma (!) dan sonra hadi sen yoluna ben yoluma deniliyor.. ? Kaybedilen Ne Oldu ..?

                                                                                                          editörden..

22 Nisan 2010 Perşembe

Ah Min-el Aşk..

Ah Min-el Aşk..

hat sanatında ağlayan iki göz ve bir elif ile çizilip, hem kahreden aşk hem de kahreden gözyaşı anlamına gelir..

bir çok aşka dair yazının üstüne kelam-ı kibar olarak konulmuş şeyh galib sözü. ah diye feryad edilir çünki ah sözü arapçada ta içten, göbekten gelir.

aşkın elinden" anlamına gelen tamlamadır.


bir ah min el aşk
duvarında yüreğimin
bakar durur herkes
kimse göremez

bir ah min el aşk
okuyla delinmiş
bağrı ozanın
herkes durur okur
kimse anlamaz

bir ah min el aşk
kentin üstündeki bulutlarda
gözyaşlarından çizilmiş.
Ferit Edgü