4 Kasım 2010 Perşembe

İstanbul

Bir simit'i böldüm ikiye ortadan..
Parmaklarımın arasından akıp giden susam parçalarıyla,
sen tütüyordun burnuma buram buram..
Yokluğun da dalıp giderken uzaklara,
irkildim simit isteyen bir martının acı çığlıklarıyla..
Şöyle bir baktım da istanbul'a..
ne puslu aşklar barındırmıştı cesurca..
ve aynı zaman da ne ayrılıkların altında imzası vardı..
kahpece...


Fatih'in istanbul'a olan aşkı mı daha çoktur,
benim sana olan aşkım mı ? diye çocukca bir müzakere yaptım kendi içimde..
sonra kendi kendime dedim ki Fatih'te kim miş ki...
İrkildim işlediğim günahın etkisiyle daha sonra..
bir daha baktım istanbul'a..
Hey gidi koca istanbul..
Ne olur altında kahpece imzan olan ayrılıklara tabi olmayalım biz..
sessizce dua ettim, gözümden düşen bir kaç damla şeffaf hüzün eşliğin de..
İstanbul'u kurtaran Fatih, beni kurtaran sensin..
Kalelerimi zapteden savaş dehası, onurlu bir kumandansın..
ve benim hayranlıkla bakakaldığım..
Zaptedilen kalelerin korunması gerekirken saldım kendimi büsbütün dehana..
Elimde Son kalan çığlıklar da anlamsızca eridi gitti bakışlarının etkisiyle..


Gece olur..
Hasret ile başbaşa verir çekiştiririz seni tatlı tatlı..
daha sonra hasret araya fitne sokmaya çalışırken bir haberin gelir..
onu paramparça yapan..
Darmadağın eden..
Ve biliyorum ki senin varlığın bile ona acı veriyor..
Bir gün yanıma gelince bir daha bize uğramamak üzere gidecek başkalarına doğru..


Gece Soğuk..
Bir dal sigaram, aklımda sen, kalbimde sen, her yerde sen...
2 yürek taşıyorum içimde biri senin biri de benim..
Soğuk gece demiştim..
Yorgan altında hayaline sarılırım, kokun çok uzakta..
dokunuyordu zaman zaman yanlızlık..
Geceleri sinsi şeytanın söylemleri kulaklarıma çarpar geçer de,
gene de alt edemez içimde ki seni..


                                     *Dedde.

B'aşk'a..

Yavaşça ayağa kalktı. Gidiyordu işte. Ardı yapacaktı beni. Sildim göz yaşımı kalktım ayağa. Her soruyu anlama çeviren gözleriyle sustu. Bana acıyarak bakıyordu. Noktası çalınmış cümle sonum gibi durdu öylece. “sana birbirinden güzel yalnızlıklar biriktirdim.” der gibiydi. Dudakları kıpırdadı, inler gibi, “çok çocuk kaldın aşka, kendi gölgesine basmaktan korkan…” diyebildi sadece.



İşte gidiyordu. Bir daha hiç dönmeyecekti. Bir daha hiç olmayacaktı. Sadece bir “gitme” çıkabildi dudaklarımdan. Yüzüme baktı ve “artık sözlerin merheme yara olmaya başlamışsa, içimdeki seni sus, içindeki beni duy.” dedi ve sırtındaki ceketimi bankın üzerine bırakarak yürümeye başladı. Son sözleri bunlar olmamalıydı! Arkasından “beni hiç almadığın hayatından böyle ucuz kovamazsın!” diye bağırdım. Geriye döndü ve “davet edilmediğin yerden kovulmazsın.” dedi.


Son sözüydü. Gitti…
 
                         *kahraman tazeoğu

Aşkname

Bütün iyi dilekler ve selamlardan sonra...
Dilenciden sultana, köleden efendiye
Hânım hey!..
Sen ki mahabbet gülistanıma revnak bağışlayanım, ejendimsin, Sen ki arzum, emelim, hicranım ve elemimsin, Ayrılığından dolayı yardım dilenmeye takatim yok senden, kapında kendini kaybedenlere gıptayla geçen ömrümde bir takate de ihtiyacım kalmadı artık. Sevgili eşiğinde ölene değil sağ kalana şaşmak gerekir, der bir bilge ama ben senden uzakta, aşkınla hasta, ama aşk sayesinde sıhhatteyim. Araya bunca yılın hasreti girmişken bir gün seni görmeye dayanabilir miyim bilmem, ama her sabah seni görüyor ve yüzünden aldığı güzellik ile insan içine çıkıyor diye güneşe, eşiğini döne dolaşa senden nur çalıyor diye her akşam mehtaba bakıyorum, bilesin. "Bugün nasılsın ey kâinatın başı dönmüş yıldızı?" diyorum ona, hasbıhal ediyorum; "Ne haldedir sevgilim, hoş mudur, sofaca mıdır İstanbullar sultanı bugün?" diye tekrar soruyorum. "Hiç benim bulunduğum yerden daha kederli bir âleme doğdun mu sen; hiç aşkta altüst olmuş bencileyin bir firkatzede üzerine parladın mı?" diye sitem ediyorum bazen... Velhasıl günlerce ve gecelerce güneşlere ve aylara durmadan ve dinlenmeden seni soruyorum, hâlâ bir haberini alamayışımı şikâyetle söylüyor, anlatıyorum. Senin beni unutma ihtimalini hatırlayıp çıldırıyorum bazı günler ve bazı geceler yüzünü eskisi gibi hayal edemeyeceğimden korkup kahroluyorum. Sonra tevbeler ediyorum. Seni unutma ihtimalini düşündüğüm için.

              (*iskender pala aşknamenin arka kapağından..)